İçeriğe geç

Sistemin Sonuna mı Yaklaştık?

Daha çok olsun, hızla büyüsün diye hormon basılan gıdalar tüm insanlığın yaşamını tehdit ediyor. Daha fazla kâr elde etme hırsı da aynı şekilde kontrolden çıktıkça sitemin sağlığı hızla ve ciddi bir şekilde bozuluyor.

Kapitalist sistem önce karşıtlarını yok etti… Bunu yaparken sorması gereken soruyu belki  de defalarca sordu: Karşıtı olmadan kendisi var olabilecek miydi?


Yeniden doğan tek kutuplu dünyada, geliştirilen finansal sistemler ve yaratılan hayali enstrümanlar, çok küçük bir kitleyi memnun ederken, tüm dünya bunun sorumluluğu altına  girdi; geçmişte defalarca olduğu gibi… Ekonomik kriz doğudan başlayarak tüm kıtaları sırasıyla vurdu. Acaba yaşanacak çöküş tekrardan yeni kutupların doğmasına mı yol açacaktı?


Bundan bir kaç sene öncesine kadar çoğu insan bu soruları aklına bile getirmezken, bugün birçok kişi bunları düşünmeye başladı. Aslında sistemin en büyük düşmanının gene kendisi olduğu ise hâlâ çok fazla düşünülmüyor.


Borsalar ana amacından sapmış durumda! Yükselen fiyatlar ve yükselen kârlar için her türlü davranış hoş görülebilir olmuş yatırımcılar tarafında. Buna sahte bilançolar, kendi müşterilerini dolandırmak da dahil… Hatta ülkeler de sahte istatistikler yayınlayıp, parlak kredi notlarına sahip olabilirler. Krizin merkezindeki ülkelerde, devletler ve merkez bankaları ahlaksızları koruma mekanizmaları kurmuş. Onlar hesap vermiyor ve krizin sorumluluğu tüm halka yayılıyor.


Ekonomik krizler sistemin hesap verme zamanını gösterir. Eğer sistem hesabını tam olarak veremezse, kriz devam edecektir; aynı insan vücudunun bir mikrobu yenmesi gibi. Yenemezsek ölürüz.


Sistemdeki, yüksek kâr uğruna yaşanan ahlaksal bozukluk olgusu da, insanoğlunun sonunu getiren bir mikrop haline gelmiş-


tir; kimsenin umursamadığı bir mikrop. Buna basit bir örnek olarak antibiyotiğin keşfine ve sonuçlarına bakalım. Alexander Fleming  penisilini keşfettiğinde insanoğlu büyük bir zafer kazanmıştı, tabii ki ilaç şirketleri de. Fleming, antibiyotiğin yanlış ve gereksiz kullanımının, bakteri direncini geliştireceğini defalarca belirtmesine rağmen bunu kimse önemsemedi. O görevini yapmıştı, ilaç çalışıyor ve hastalıkları yok ediyordu. Gıda şirketleri de buna ilişkin bir keşif yapmakta geri kalmadılar. Küçük doz antibiyotik verilen hayvanlar daha hızlı büyüyorlardı. Bu keşif hem onları hem ilaç hem de yem firmalarını sevindirdi. Antibiyotikli yem çağı başlamıştı. Zatürreeden ölen insanlar gibi… Bugün ABD de üretilen antibiyotiğin yarıdan fazlası bu amaçla kullanılıyor… Peki bakteriler açısından durum ne oldu dersiniz? Staphylococcus aureus bakterisinin (bakteri yemi, zatürree, cerrahi yara enfeksiyonlarına yol açan bakteri-hastane mikrobu) 1942 yılında sadece %14’u penisiline karşı dirençli iken, bu oran 1950 yılında %54’e fırladı ve 1995’te bu oran %95 olarak ölçüldü. Yakın bir zamanda zatürreeden ölen insanlar olduğunu duymuşsunuzdur, halbuki size çok basit gelen bir hastalıktı geçmişte.
Daha fazla kâr elde etmek amacıyla, sonucunu bile bile birçok yanlış yapıldı. Devletler göz yumdu, yatırımcılar alkışladı. İnsan, kendi sonunu hazırlamak için çok fazla acele etti. Bir tavuğun günde altı tane yumurta vermesine benzer şekilde, kapitalist sistemin aşırılıkları da normal hale getirildi. Daha yüksek kâr için, daha fazla ilaç içilmesi ve daha hızlı büyüyüp, daha fazla yumurtlamak gerekiyordu. İnsanoğlu, hormonları bu yönde kullanabileceğini keşfetti. Gıda, yem ve ilaç şirketleri gene sevindi. Hayvan hapishanelerinde antibiyotikli yemler ve hormonlarla beslenen ineklerin sütünü içmek de sağlıklıydı bu sistem için.


Sigara üreticilerinin yaptığı açıklamaları onların da yapması gerekmiyor mu sizce? Ürün paketlerinde bu uyarılar yer almamalı mı? Doğal olana doğru koştuğunuzda, toprağın ve yer altı sularının da kimyasal
ilaç ve gübrelerle zehirlendiğini, genetiğiyle oynanmış tohumların kısır olduğunu görüyorsunuz. Sistem tohumu satarken kendine bağımlı kılmak için genetiği ile oynamayı etik olarak uygun buluyor.


Kâr ve daha yüksek kâr… Bu amaçla yapılan her şey doğrudur! İşte bu ahlaksız anlayış, insanoğlunun kendi sonunu getiriyor. Yapılan hidroelektrik santraller ile doğanın kan damarları tıkanırken, bu durum insanlara temiz, yenilenebilir enerji diye tanıtılıyor. Las Vegas, New York gibi şehirlerin bir günde harcadığı enerji, Afrika’da bir ülkenin yıllık tüketimine yakınsa, bu sorun hidroelektrik santralleri ile çözülebilir mi? Türkiye için durum nedir? Genç nüfusun %25’i işsiz iken, dünyanın ve Avrupa’nın en büyük adliyesini yapmakla avunur duruma geldik. Kaz Dağları’nda arsenik ile altın aranmasına izin verirken, yapılabilecek küçük bir hata ile ülkemizin en zengin ekolojik bölgesini yok edebileceğimiz aklımıza bile gelmedi. Halbuki bugün antibiyotiklerin yenemediği en dirençli mikrobu bile yenen yaban kekiği bu dağlarda yetişiyordu… Anadolu toprağının yaşlı ve bilgili tohumlarına sahip çıkamaz mıydık? Yüzyıllardır bu toprağın insanını besleyen tohumlarımıza neden sahip çıkamadık?


Yabancı sermayeye kucak açarken onların kendi vatandaşımızı zarara uğratmasına neden engel olmadık? Onları tahkim gibi kurallar ile korurken, vatandaşımızın hisse senedine el koymaktan neden hiç çekinmedik? Dünyanın her yerinde belli şeyler yaşanmıyor mu? Meksika körfezindeki petrol faciasının ABD’yi de vurması gibi…


Daha çok para için! Her şey daha çok para içindi! Sistem kendi sonunu hazırlıyordu…